Ecnebilerin güzel bir sözü vardır: “Fake it until you make it.”
Yani, Türkçe meali; “Olana kadar öyleymiş gibi davran.”
Güzel sözdür, doğrudur. Yılların tecrübesine sahip profesyonel bir tiyatrocu olarak benim için bu söze katılmamak elde değil. Sahnedeki karaktere öyle ısınır, onu öylesine benimserim ki, bir bakmışım o karakter oluvermişim. Hiç fark etmeden günlük hayatımda sahnedeki karakterlerime büründüğüm oluyor arada bir. Bu her tiyatrocu için böyledir. Hatta tiyatrocular bu durumu bir tehlike olarak görürler çünkü gerçek hayattaki benlikleriyle oyundaki benlikleri arasında bir karakter geçişi yaşayabilirler, üstelik oyundaki karakter kötü, pis, nalet bir şeyse bu durum daha da kötüleşir!
Tabi, biz tiyatrocular bunun da farkında olduğumuz için bu karakter geçişlerini fark ettiğimiz anda buna göre önlemler alıyoruz. Burada size tiyatro dersi vermeye hiç niyetli olmadığım ve sizin de bunları dinlemeye gönüllü olmadığınızı varsayarak bu yöntemleri anlatmıyorum. Burada dikkatinizi çekmek istediğim nokta çok daha farklı, şöyle ki;
Beyinlerimiz taklit ve gerçek arasındaki farkı anlayamayacak bir yapıda.
Nasıl yani ? Bal gibi de öyle işte kardeşim. Beynin gerçek ile taklidin farkını anlayamıyor. Eğer anlasaydı biz tiyatrocular bu kadar sıkıntı altına girer miydik ? Girmezdik elbet!
Beynimizin taklit ve gerçeğin ayrımını yapamadığına en güzel örnek korku filmleridir. Filmdeki hayalet, seri katil, eciş böcüş her ne halt ise, bizim peşimizde değil filmdeki karakterin peşinde. Ama beynimiz ayna nöronları adı verdiğimiz nöronlar sayesinde kendisini karşı tarafın yerine koyuyor ve bu yüzden de bizler korku filmlerinde yönetmenin istediği gibi davranıyoruz; korkuyoruz.
Film bitiyor, ama biz hala etkisi altında kalıyoruz. Birileri gelip de “lan oğlum ne evham yaptın ha, film bu film, orada kameramanlar var yönetmen var” dese de etkisinden çıkamıyoruz filmin bir türlü. Biz çıksak da beynimiz çıkmıyor.
Gerçi bu durum her film için böyledir, ama benim bu etkiyi anlık ve en iyi gözlemlediğim alan korku filmleri. Tabi ki diğer örnekleri de sıralamamız mümkün.
Nereye mi gelmeye çalışıyorum ?
Sanırım siz mevzuyu anladınız. Beyninizin bu davranışını kendiniz için bir güç kaynağı haline getirmenizden bahsediyorum. Evet, belki 1-2 saatlik filmin etkisi bir hafta, bilemedin iki hafta sürüyor sonra geçiyor, belki sadece sahnede canlandırıp sonra unutacağımız bir karakterin etkisi 1-2 ay sürüyor. Peki, düşünsenize, hayatınızın her yerinde, her an taklit edeceğiniz bir karaktere ne kadar bağlanırsınız ?
Cevabı çok açık. Bağlanmaktan da öte, bir müddet sonra o karakter olursunuz.
Başarılı insanların hayatlarını, anektodlarını okudunuz mu hiç ? Ben okudum. Ne alametse hepsi “Bu işi başarmadan önce sürekli kendimi o işi başarmışken, olmak istediğim insan gibi davranırken hayal ettim” gibisinden sözler söylüyorlar. Çünkü onlar;
öyle olana kadar öyleymiş gibi davranıyorlar. Ve bir müddet sonra istedikleri karaktere bürünüyorlar. Biz bu karakterlere psikolojide, hepinizin de bildiği üzere, ego diyoruz. Ego bir maskedir. Sizin genetik olarak getirdiklerinizin haricinde, tüm diğer karakter özellikleri çevre aracılığıyla sonradan kazanılmış özelliklerdir.
Yani hepsi birer maskedir. Bu gerçeğin farkında olursak, o halde maskelerimizi değiştirebileceğimizin de farkında oluruz. İşte o zaman gerçek birer tiyatrocu oluruz.
Kötü ya da iyi, burası beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren yanı, beynimizin böyle bir özelliğe sahip olduğu ve bizim de bunu kendi hayrımız için kullanabileceğimiz.
O halde, lafı kısa keselim, okuyucuyu yormayalım. Mevzuyu benden dinlediniz, bir de bu alanda bilgili bir bilim insanı olan Amy Cuddy‘den dinleyin.
Sözü sana bırakıyorum Amy, görüşürüz:
Bir önceki yazımız olan Tembellikten Kurtulmak için 5 Saniye Kuralı! başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.